Vergiciliğe, “Bak bir bardak suya kaç çeşit vergi koyuyorlar bunlar” kolaycılığı ve yüzeyselliği ile değil de biraz derinliğine bakarsanız; bu işin şu son yıllarda enteresan bir değişim içinde olduğunu görebilirsiniz.

Hatta değişim de değil, onu gizleyen, üzerini kapatan bir “başkalaşım”.
Bakmazsanız ne yalan söyleyeyim ne kadar iyi niyetli ve halktan-haktan yana olsanız yine de boşa kürek çekmiş olacaksınızdır.

Gelelim şimdi bu sözlerin altını doldurmaya…
“Vergicilik” dediğimiz şey nedir?
Devletin, daha doğrusu devlet adına hükümetlerin kamu hizmetlerini görmek için kamudan yani halktan para toplaması değil mi?
-“Evet”

Sadece “para” toplamakla sınırlı da değil tabii vergicilik…
“Mal” da toplanabilir, “hizmet” de.
Yani “biçim” önemli değil, sırtlara binen "yük"e bakmak lazım

Okumuşsunuzdur;
Cumhuriyetin ilk yıllarında kaldırılan Osmanlı usulü bir vergi vardı. Adı “Oşür” ya da “Aşar”dı. Yani türkçe söylersek “onda bir" vergisi.
Bu vergileme yönteminde çiftçi hasadını yaptığı ürünün onda birini devlete vergi olarak verirdi.
Bu “onda bir”, adı aynı kalsa da zaman zaman onda bir oranını da aşmaktaydı.

Sonra “Angarya” vardı. O da para ya da ürün yerine “hizmet alınarak” yapılan bir vergilemeydi.
-Köy muhtarının köylüyü yol yapımında çalıştırması kendi ölçülerinde bir vergilemedir örneğin.
-“Varlık Vergisi”ni para ile ödeyemeyenlerin taş ocaklarında günlüğü 1,5 lira vergi ödemiş sayılarak çalıştırılması da bir tür vergi alımıydı.

İşte “Vergileme”ye böyle geniş açıyla baktığımızda, “vergi” olayının; işin özünde sadece para vermek değil "yük çekmek" olduğu, verginin de kamunun bazı kamusal hizmetleri yerine getirebilmek için yine halka yüklediği “yük”ler olduğu görülür.

Örneklendirelim:
-Hükümet halkın geçmesi için köprü yapmak isterse, bunun parasını toplar ve köprü işini bir firmaya ihale eder, yaptırır. Sonra da bakın ödediğiniz vergiler size köprü olarak döndü der değil mi?
-Aynı hükümet halkın geçmesi için bir köprü yaptıracaksa ama halkın bir kısmında bu iş için toplanması ve sonra da harcanması gereken vergiyi ödeyecek kadar para yoksa; vermeyenden, vergiyi nakit almak yerine bu işte çalıştırarak alır.
Yol vergileri buna örnektir.

Peki, özünde bu iş “halktan” “kamuya” yani vatandaştan devlete” bir güç, bir ekonomik "değer aktarımı" ise ve bu işin mutlaka “yurttaşın devlete para ödemesi” biçiminde yapılması gerekmiyorsa; önemli olan “kamu idaresinin bunun bedelini halka yüklemesi” ise;
Acaba, bunun için daha başka yöntemler geliştirilmemiş midir?
“Bak biz o kadar çok vergi alıp sizi üzmüyoruz” diyerek yine de halka yüklenilmemiş midir?

Olmaz olur mu?
Yüklenilmiştir tabii…
Hem de adına hiç vergi falan denmeden, hatta vergiyi toplama sıkıntısına girmeden, yaratacağı gerginliğe falan yol açmadan…

Olaya bu açıdan bakıldığında görülüyor ki; yukarıda sözünü ettiğimiz “bir bardak suda şu kadar çeşit vergi olur mu türü vergicilik" artık günümüzde ve özellikle de Türkiye’de daha “inceden”, daha “hissettirmeden” yeni bir tür vergiciliğe evriliyor.

Öyle ki, neredeyse iktidarlar bu yöntemi kullanarak bir gün halka “biz sizin üzerinizdeki vergi yükünü yarından itibaren yarıya indiriyoruz, aartık bunların yarısını ödeyeceksiniz, gözünüz aydın olsun” diyebilirler ve halktan yani seçmenden daha da büyük destek bile alabilirler.
Ama tabii ki bazı kamu hizmetlerini daha "piyasa malı", yurttaşı da onun "müşterisi" haline getirerek.

Nitekim bu yapılıyor da...
Bilmem farkında mısınız?
Hatırlasanıza; kimi iktidar yanlısı yurttaşlar yapılan yatırımlara bakıp saf saf “Bak bir de "bütçe açık", "hükümet sıkıntıda" diyorsunuz; "para olmasa, vergi toplanmasa bu işler nasıl görülür” bile demiyorlar mı?
*
Düşünelim bakalım:
Halkın vergi öderken ya da devletin vergi isterken gerekçesi nedir?
“Kamu hizmetleri” yani; yol, köprü, baraj, eğitim, sağlık, güvenlik işleri falan değil mi?

“Evet” diyeceksiniz biliyorum.
Peki devlet bu hizmetler konusunda ne yapıyor?
"Önce halktan parasını topluyor, sonra bu toplanan parayla o hizmeti gerçekleştiriyor ve halka sunuyor" diye düşünüyoruz geleneksel anlayışla.

Örneğin, halkın geçmesi için köprü mü lazım? Vergi adı altında parası toplanıyor, bu parayla yaptırılıyor ve alın size hizmet ya da icraat deniyor değil mi?
Yanı devlet burada o hizmetin yapılması için güvenilir bir “aracı”.
Üstelik bu işler “topluca yapıldığı için oldukça “ekonomik” biçimde hallediliyor diye bakıyoruz olaya.

Şimdi işin özüne gelelim:
Bir devlet, daha doğrusu devlet işlerini yürüten hükümet, klasik anlayışla “ciddi yatırımlar, büyük projeler” yapmak isterse ne yapacaktı?

Bu işlerin parasını hükümet üyelerinden, başbakandan alıp kendi cebinden yapmayacağına göre, kendisine işin gerektirdiği paraları sağlayacak kadar “vergi” salacaktı değil mi?
Oysa bir hükümetin yeni yatırımlar yapması, bunları gösterişli törenlerle açması ve “bakın biz bunları yaptık, her zaman bizi seçin” demek için vergiler salması, “siyaseten” çok da iç açıcı değil.
Hele dardaki bir ekonomide daha da sıkıntılı.

Örneğin bu yeni projelerden sadece birinin, söz gelimi "ikinci İstanbul Boğazı"nın açılması için gerekli 30 milyar dolarlık maliyetini Türkiye’deki 22 milyon aile reisinden istese, her birinden (30 milyar dolar/22 milyon aile X 3,81 kur=) 5.195 lira “vergi” toplaması gerekirdi değil mi?
Siz bunu isteyecek bir hükümete “olur, verelim de yap” deneceğini düşünebilir misiniz? Denmez, "Dur bakalım şimdi hiç de sırası değil" falan diye itiraz edilir mutlaka.

Bu sadece tek bir "proje".
Bunun yanı sıra, Yap İşlet usulü ile yapılan bütün; yol, köprü, baraj, liman, elektrik santralı, hastahane, eğitim kurumları için de aynı hesapları yapabilirsiniz isterseniz. Ve her biri hane başına bir kaç bin lira daha vergi yükler.
Hesabı yaptığınızda büyük bir olasılıkla ve en azından bu toplam rakam, aile başına 50-60 bin liralardan aşağı çıkmayacaktır.
Şimdi söyleyin bakalım: bu “icraat”ın klasik vergicilikle yapılması mümkün mü? Buna karşı oluşacak dirence hiç bir hükümet dayanılabilir mi?

Asla…
İşte bu asla yapılmasına niyet bile edilemeyecek olan “yurttaşa vergi yoluyla doğrudan yükümlülük getirme işi”nde şimdilerde başka bir yöntem bulunmuştur:
Günümüzde devletin yurttaşlardan vergi toplayıp yaptırması yerine, “vergi salma-vergi toplama-icraat yapma” işinde olay, devletin kendisini aradan çekmesiyle çözümlenmiştir(!).

Örneğin:
-Devlet vergi toplayıp yol mu yapacaktı?
Fazladan vergi toplamamış, ama yolu "işletmeci"ye bırakmış, yükünü yani bedelini yine yurttaşın sırtına, üstelik fazlasıyla yüklemiştir.

-Devlet vergi toplayıp eğitim mi sağlayacaktı? Toplamamış, eğitimi özel okullara bırakmış, yükünü yine yurttaşa yüklemiştir.

-Devlet vergi toplayıp hastane mi açacaktı? Toplamayıp hastaneleri hastahane yatırımcısı şirketlere yaptırmış, yükünü yine yurttaşa yüklemiştir.

Dolayısıyla, yurttaşın devletten beklediği işlerin bazı işletmecilere devredilmesi, verginin de “mükellef” ya da “vergi yükümlüsü” olarak değil ama bu sefer “müşteri” olarak ve tabii ki daha ağır biçimde ödenmesi sonucunu doğurmuştur.

Böylece yeni uygulamada kamu hizmetlerinin doğrudan görülmesi ya da gördürülmesi için vergiler “sözüm ona” arttırılmamakta, ama yurttaşın bu kamusal işler için ödediği "bedel" yine de yükselmekte, sonunda mutlaka sırtına yüklenmektedir.

Hatta buradan yola çıkarak diyebiliriz ki; örneğin bu gün toplanan vergilerle yapılan işlerin tümü, çeşitli "işletmecilere" devredilse;
ve onlar da bu işleri yürütürken -vatandaşı müşteri olarak göreceklerine göre- işin bedelini kendi karlarını da ekleyerek "hizmet karşılığı" olarak tahsil edecek olsa, bundan böyle mevcut vergilerin toplanmasına bile gerek kalır mı?.

Sonuç:
Kamunun ya da devletin, bir kısım kamusal işlerden, kamusal yatırımları doğrudan yapmaktan çekilip bu işi ticari olarak yapan-işleten, yerli-yabancı yatırımcılara devretmesi olayı, o işletmecilere ödenen ya da ödenecek bedeller düşünüldüğünde bunlar; adıyla sanıyla “Yeni nesil vergi”dir.
Adı vergi olmasa da halkın bir başka biçimde vergilendirilmesidir.

Klasik vergilemeden daha da ağır bir yük getiren bu tür vergileme uygulaması günden güne ilerledikçe, o “klasik biçimde alınan vergiler” küçülecek, hatta iktidarlar asla yeni vergiler getirmediklerini, bütün bunların hazineye beş kuruş yüklemeden yapıldığını söyleyecek ama halkın sırtındaki yük yani "Yeni nesil vergileme" yine de günden güne artacaktır.

Ülkede vergi politikaları üzerine yapılan her türlü analizin, vergi yükü konusunda yapılan uluslararası her türlü “karşılaştırmaların” ve yapılacaksa eleştirilerin artık bu bakış açısıyla yapılması gerekmekte değil midir?

Sırası gelmişken bu tartışma konularına şunu da ekleyelim:
Klasik vergicilikte vergi o dönemin kazanç ya da servetinden alınır ve hep “ayak-yorgan” dengesi gözetilir.
Bütçeler bunun için yapılır.
Oysa bu yeni nesil vergicilikte yapılan vergilendirmede, icraatın(!) şiddet ve azametine göre, ödemesi sonradan da olsa ilerideki on yılların, yirmi yılların vergileri salınmakta, vergici diliyle önümüzdeki on yılların vergileri şimdiden “tahakkuk” ettirilmektedir.
Bu biçimde, kamu yönetimi için çok önemli olan gelir-gider dengesi de anlamını yitirmekte, niyetlenilen icraatlar için bütçe sınırları kalkmakta, ileriki on yılın, yirmi yılın geliri bir tek yılın icraatında kullanılabilmektedir.