Kürt sorununda onlarca yıldır süregelen çatışma döneminden sonra başlatılan uzlaşma süreci, seçimlere doğru gidilirken ülkenin en önemli gündemi olmaya devam ediyor.

RTE’nin kurucusu olma hayaliyle yanıp tutuştuğu, Yeni Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasının en karmaşık dış sorunlarından biri Irak-Şam coğrafyası ve bununla sıkı bağlantısı olan, yarı iç yarı dış sorun olarak tanımlanabilecek Kürt sorunudur.

Birçok senaryonun kamuoyunda konuşulduğu bu süreçte, Kürt tarafının parlamento dışında kalmayı göze alarak (ya da stratejik bir adım atarak) seçimlere parti olarak girmesi kanımca Türkiye’nin geleceğinde çok etkin bir rol oynayacaktır.

Bu hamle, sonucu ne olursa olsun Kürtler açısından siyasal bir avantajdır. Barajı aşarak parlamentoya girilmesi durumunda yeni dönemde Türkiye’nin en etkin siyasal gücü HDP (ya da genel olarak Kürt siyasal hareketi) olur. Çok az bir farkla baraj aşılamaz ve parlamento dışında kalınırsa, bu kez de Türkiye’nin en etkin toplumsal gücü KCK (ya da PKK) olur.

Türkiye halkları, yani emekçiler, yoksullar, aydınlar, gençler, kadınlar, özetle tüm ezilen kesimler açısından yaşamsal önemdeki 7 Haziran seçimleri, ne yazık ki bu kesimlerin sorunlarından çok uzak bir gündemle kotarılmaya çalışılmaktadır. Yine bir korku filmi kurgulanmış ve seçime doğru halkın önüne konulmuştur. Yani cambaz sahne almıştır.

“Şu IŞİD ne acımasız değil mi?”

“Süleyman Şah’ı nasıl kurtardık ama…”

“Toprak kaybeden ilk TC hükümeti bunlar.”

“CHP’yi kapatmaya kimsenin gücü yetmez.”

“Padişahımıza dokundurtmayız.”

“En iyisi Türk usulü başkanlık…”

“Reklamlar sona erdi.”

“Saçımızın telini göstermeyiz.”

“Ülkeyi böldürtmeyiz.”

***

Böylesine halkın gerçek sorunlarından uzak, yapay bir gündemle seçimi kotarmaya çalışmak, iktidarın mı yoksa muhalefetin mi daha çok işine geliyor, doğrusu anlayabilmiş değilim. Ama böylesine absürt bir seçim gündeminden rahatsız olan bir parti şu ana kadar ortaya çıkmış değil. Çıkmışsa da sesi duyulmuş değil.

***

Ülkemizde hemen her seçim döneminde sahnelenen benzer oyunların en kıdemli konularının başında “bölünme” gelmektedir. Hangi siyasi görüşte olursak olalım, toplum olarak en duyarlı olduğumuz konu bu “bölünme” heyulasıdır.

Neden bu denli duyarlıyız “bölünme” konusunda anlamıyorum.

Oysa “bölünme” tarihin en önemli toplumsal dinamiklerinden biridir. İnsanlık tarihi değil ama devletlerin tarihi, bölünme ve birleşmelerden oluşan kurgusal bir döngü değil midir?

Bu topraklarda yaşayan halkların tarihi insanlık tarihinin önemli bir parçası olarak çok değerli birikimleri içermektedir. Ama bu topraklar üzerinden gelip geçen devletlerin hiçbiri, (tüm Dünya’da olduğu gibi) sonsuza dek yaşamadı ve yaşamayacaktır.

Kısa tarihinde (MÖ.300 Hun İmparatorluğu – 1923 Türkiye Cumhuriyeti) halen yaşamakta olanlarla birlikte 23 devlet kuran, diğer bir anlatımla bir o kadarını da yıkan bir halkı“bölünme” ile tehdit etmek, herhalde tarihin en başarılı propagandası olsa gerek.

Esasen “bölünme” büyümenin, gelişmenin temel dinamiğidir ve korkulacak bir şey de değildir. İnsanlığın ortak düşmanlarına karşı birlik olabilmek, kardeşlik ve dayanışmadır önemli olan...

Ezilenlerin ortaklaşması gereken alan, zulme ve sömürüye karşı mücadeledir. Gerisi egemenlerin sorunudur. Taraf olmak gerekmez.

Ha toptan sömürülmüşsün, ha parça parça… 

Aslolan sömürüsüz bir düzendir.