Söylediği sözleri, “Ozan”ın kendi adından daha ünlü… Galiba söz sanatında ulaşılabilecek en büyük başarı da bu: Kendini aşan bir şey söylemek, söyleyebilmek.
“Telli sazdır bunun adı” diye başlayan türküsünü hepimiz iyi biliriz değil mi? Halk ozanı “Dertli”den söz ediyoruz. Gerede’nin Şahneler köyünde doğmuş, asıl ismi İbrahim. Bir ara “Lütfi” mahlasını da kullanmış. Bakın ne diyor:
Telli sazdır bunun adı Ne ayan dinler ne kadı Bunu çalan anlar kendi Şeytan bunun neresinde?
Abdest alsan aldın demez Namaz kılsan kıldın demez Kadı gibi haram yemez Şeytan bunun neresinde?
Venedik'ten gelir teli Ardıç ağacından kolu Be Allah’ın şaşkın kulu Şeytan bunun neresinde? ………… Tarihi 1402 yılına kadar inen ve Bolu dolaylarında kurulmuş “Çağa” beldesinin “ayan”ı yani yöneticisi olan Halil Ağa’nın hışmına uğrayan İbrahim Lütfî (1772-1846) alır sazını düşer yollara ve döker derdini…
Bu toplumun, söyleyeninin adını sanını bilmeden diline doladığı ve bu güne kadar gelen bu sözlerde ne hikmetler, ne mesajlar var farkında mısınız?
* Gelelim yüz yıllar öncesinden bu güne… Anayasa tartışmalarıyla siyaseten hop oturup hop kalktığımız bu günlerde gözümüz kulağımız bir yandan da dövizde ya da halkın döviz deyince ölçü kabul ettiği “dolar”da.
“İndireceğiz” dedik inmedi, “Almayın, satmayın” dedik, yine de alınıp satıldığı belli ki, ha bire yükseliyor. Kimseleri dinlemiyor… Ozanın dediği gibi; ne ayanı dinliyor ne de kadıyı. Başına buyruk, kendi kanunlarına göre hareket ediyor. “Neden yükseliyor?” derseniz; tabii ki bu gün içinde bulunduğu ortamdan dolayı.
Döviz’in, dolayısıyla “para”nın ruhu böyleyse: kimsenin dinine ibadetine karışmıyor, ilgilenmiyor ama ne âyanı ne de kadıyı dinlemiyorsa, bu işin “erbabı” bunun pek ala farkındaysa; o kendi doğasına göre hareket ettiğinde, işin içinde bir “şeytan” ya da “şeytanlık” aramaya gerek var mı?
Önüne geçilmesi, “artık dur” denmesi mi isteniyor? O zaman bir tür “şeytan taşlama”nın da alemi yok; ancak onun anlayacağı dilden konuşmak, “döviz” denen şu “yabancı” paranın o “asi ruhunu” bir biçimde köşeye sıkıştırmaktan başka çare yok.
Yapabilir miyiz? Neden yapamayalım? “Peki nasıl?” derseniz, Ozan'ın dediği gibi, “arif olanların anlayacağı şekilde” söyleyelim: Bugün dövizi coşturan, onu yukarı sıçratan işlemler, kararlar, olaylar her nelerse hepsini “tersine çevirerek”. Yapmazsak, ya da yapmak ister ama yapamazsak? Cevabı belli değil mi? “Dinlemez... O yine bildiğini okumaya devam eder” * “Dertli ozan” yaklaşık 220 yıl kadar öncesinden “sazı hakkında” bunları söylerken tabii ki farkında değildi; o sözler kendini de sazını da aşacaktı daha sonra. Ozan bir başka şey daha söylüyordu bizlere, yani bu günlere:
“Venedik'ten gelir teli Ardıç ağacından kolu”
Bir bakıma; “hadi ağacı bizdendir, ardıç ağacındandır” onu biliriz ama bunun teli “Venedik”ten gelir diyor. Ve şimdi “Meselemiz” bugünün “manzara-i umumiyesi” ise ve “döviz”i coşturan unsurlar arasında "bugünün “uygulamalarının etkisi" araştırılmadan olmayacaksa, bir düşünün bakalım: Ozan'ın “Venedik’ten gelir teli” demesi bir başka konuyu daha anımsatmıyor mu bizlere?
“Ardıç ağacı” bizdendir tamam. Memleketin huyu, suyu, tabiatı… Peki “220 Sene önce Venedik’ten gelen saz teli” bu gün ne? Örneğin şu ”anayasacılığın evrensel prensipleri” olabilir mi?
Öyle ya… Bir zamanlar bizde bu anayasacılık konuları tartışılırken, “telli sazın” huyu suyu gibi, anayasacılığın da imbiklerden süzülmüş evrensel kuralları araştırılmış, sonra “Venedik Prensipleri”nden söz edilip “işin ruhu budur, anayasacılığın esaslarını oradan alalım” denmemiş miydi?
2010 Temmuzunda bizim TBMM’miz; konuyu inceletip, başta siyasilerimiz olmak üzere hepimiz okuyup yararlanalım diye “Anayasa Değişiklik Yöntemleri Venedik Komisyonu Raporu ve Ülke İncelemeleri” adı altında yayınlatmamış mıydı?
(Bakınız: TBMM Araştırma Merkezi Müdürlüğü / Anayasa Değişiklik Yöntemleri Venedik Komisyonu Raporu ve Ülke İncelemeleri ISBN: 978-975-8805-07-5)
O raporda bu gün yolumuza ışık tutacak daha pek çok şeyin yanı sıra: “Komisyon, çok sık yapılan anayasa değişikliklerinin, anayasal ve ‘siyasal istikrarı’ olumsuz etkilediği şeklindeki muhalefetle karşılaşmıştır. Komisyon, 'ülkedeki ‘her siyasi değişimde veya yeni bir parlamento çoğunluğunun oluşumunda, anayasanın değiştirilemeyeceğini’ belirtmiştir” denmiyor muydu? (Sayfa 36, Bölüm 106).
Bizim bugün özlemini duyduğumuz toplumsal huzur ve milli birlik; ekonomide sakinlik, istikrar, paramıza güven ve milli üretkenlik için dikkat edilmesi gereken; O Venedik’ten gelen raporda yazılı olan “siyasal istikrar”, kaçınmamız gereken "her siyasi değişimde ... anayasanın değiştirilemeyeceği" konusu değil mi? Ne dersiniz? Ozanımızın dediği gibi, bu telli saz meselesinde “sapı” bizim bildiğimiz ardıç ağacından da olsa, “teli” biraz "Venedik işi” olmak zorunda değil midir?