Evvel zaman içinde, memleketin birinde, işlerin hal-i pür melalinden dolayı, yattığında öyle kolay kolay uykusu gelemeyen bir padişah varmış.
Adamcağız yatağında sabahlara kadar döner durur da ancak sabaha karşı baygın düşünce gözüne biraz uyku girebilirmiş.
O zamanlar şimdiki gibi AVM’ler, süper marketler nerdeee?
Sokak aralarında patates soğancılar, kavun karpuzcular ve bilcümle seyyar satıcılar dolanır dururmuş.
İşte o padişah ne zaman biraz uyuyup yeni bir günün meseleleriyle uğraşacak kadar güç toplayacak olsa; bu sefer de sokak satıcıları yollara koyulup avazı çıktığı kadar bağırmaya başlarlarmış.
Padişah bu ya, istediğini asar istediğini keser; bakmış bu böyle olmayacak, bir gün iki satırlık ferman çıkarmış:
“Kim ki benim sarayımın etrafında bağırarak bir şeyler satmaya yeltenir, derhal yakalanıp, sattığı mal o adamın gerisine dahil edilecek!”
Bu müthiş fermanın ilk kurbanı “mevzuat”tan habersiz üç tekerlekli arabasıyla gezen bir hıyar satıcısı olmuş.
Tabii derhal yakalayıp “gereği” yapılmış…
Yapılmış ama kolcular bir de bakmışlar ki o hıyarcı infaz esnasında yandım anam diye feryad edeceği yerde kıkır kıkır gülüyor.
Hani padişah bu durumu görse ya görevi ihmalden kolcuları yakacak ya da bu da yetmedi bunlara deyip yine küplere binecek. Al sana daha ağır bir ferman daha!
İşi anlamak için sorguya çekmişler adamı:
Bre sefil, niye hala gülersin?
Adam kıkırdamasına zor ara verip durumu açıklamış:
“Yahu hadi ben neyse de, benim arkamdan o adi patlıcancı geliyordu ben asıl onun durumunu düşünüp gülüyorum.
*
Bizim memlekette oldukça yaygın bilindiğine göre bu kıssadan da bir hisse çıkarmalı tabii…
Malum, bu günlerde vergilerde yeni bir hareketlenme başladı.
Meclis’e 130 maddede “şu şu konularda” diye giren bu tasarının “çıkışta” ilk halini ne kadar koruyacağı belli olmasa ve bizde “göç yolda düzülür” dendiğine göre kanunlaşma yolunda bazı gece yarısı eklemeleri yapılabileceği pek de gözden ırak tutulmamalı.
Özellikle de “bunlardan bize bir şey olmaz, hele de patlıcancıların halini görmeli” denip hafife alınmamalı.
*
Vergi, bu düzende devlet icraatının temel kaynağıdır.
Vergi toplanamazsa ya da toplanan kadarı yapılan “icraat”a yetmezse, birkaç “geçici” çözümle sıkıntısı bir süre için savılır ama bu uzun zaman sürdürülebilecek bir rejim değildir.
Bütçelerin “sürekli açık”larla bağlanması yani devletçe toplanan paranın devletçe harcanan paraya denk getirilememesinin bir başka anlatımı; ya “sürekli borçlanma” veya “sürekli varlık satışı” demektir.
Ama her yeni borç aslında üretmeyip faizden geçinen kesime verilen yeni bir siparişse, bu süreklilik de en fazla bulabildiğiniz borç, satışa koyabileceğiniz malvarlığı kadarsa, O “çözüm” de her yıl giderek zorlaşır ve bir yerde biter.
Bunlar bitince de “icraat” biter tabii…
*
Yapılan ilk açıklamalara göre bu vergi ayarlamaları 27-28 milyar kadar “gelir” getirecekmiş.
Masanın öbür tarafından, yani halkımızın bulunduğu taraftan bakıldığında da bir o kadar “gider” götürecek şüphesiz.
Hazine arazisi, lojman ve diğer “tedbir”lerle “toplanacak” rakam şimdilik bu söylenenin biraz daha üstünde olacak besbelli.
2017 bütçesinin daha ilk yarısındaki açığın 25 milyar lirayı geçtiği ve bunun yıl sonuna kadar kolayca ikiye katlanacağını görür ve 2018 yılındaki harcamaların 2017’den daha da yüksek olacağı söylemlerine dikkat ederseniz, yakında karşımıza dikilecek vergilerin ne menem ölçülerde olacağını tahmin edebilirsiniz.
Geleceğe yani şimdilik 2018 için vaad edilenlere bakılacak olursa, hükümet bu vergileri salarken kamuda mümkün olduğu kadar tasarruflu davranılacağından, ödeneklerin kısıtlanacağından falan söz ediyor ama ne yazık ki, “resmiyet”i bir kenara koyup biraz günlük hayattan konuşulunca bu bize pek inandırıcı gelemiyor.
Gelemiyor, çünkü mevcut siyaset tarzında “ayağı yorgana göre uzatmak” diye bir yaklaşım yok. Haydi ilgili bakanlık konumu icabı bu niyette diyelim ama “icraat” sadece bu bakanlığın takdir ve inisiyatifinde de değil ki!
Gerçekte “icraat” her gün görüp tanığı olduğumuz gibi sadece yurt içinde değil yurt dışında da aynı havalarda ve hızla -hatta giderek hızlanarak- sürüyorsa, kamu harcamalarında denetim diye bir şeyin hükmü ve itibarı kalmamışsa; dahası, uygulanan bu siyasetlerin gereği ortadoğunun en büyük ve en uzun süreli “parasız yatılı” ve hatta verdiği "diş kiraları" ile onun da üzerinde sayılabilecek “misafirhanesi” olmuşsak;
içeride istihdamın önünü açmak yerine sosyal destek adı altındaki siyasi “jest”leri, tarımda üretim yerine “doğrudan destek”leri -el mahkum- sürdürüyorsak, inşaat sektörü daralmasın diye “en” diye başlayan kamu yatırımlarına aynı hızla devam ediyorsak, “bir takım” ödenek ve harcamalara ölçü koyamıyorsak bütün bunlara şu milletin gücü dayanabilir mi?
Hadi ağzımızdaki baklayı çıkaralım artık:
-Bu siyaset tarzında yapılan “icraat”a bu yeni vergiler de yeterli olabilir mi?
"Olamaz. Bu vergiler bu tarz icraata yetmez".
-Tasarruf?
"O da olamaz. Çünkü başta “icracı”ların, ve onların ardından bu icra sayesinde ülkenin doğru yolda ilerlediğini inanarak veya inanmasa da bunu söyleyerek gezenlerin kendilerine ters düşmesini beklemek bayağı saflık olur."
Görünen o ki, şimdilik bu gündeme getirilenlerle sınırlı gibi sunulan vergi ayarlamaları iktidara önümüzdeki seçimleri erkene alma şansını bile rafa kaldırtacak bir risk aldırmışsa ve şimdilik finans kurumlarını, şirketleri, üst sayılabilecek gelir gruplarını biraz üzecekmiş gibi sunulsa ve hikayedeki gibi “asıl onlar düşünsün” dedirtse bile “giderek” çok geniş kitleleri acıtacak şekle dönüşecektir.
Henüz bu hesapta, daha önce piyasayı rahatlatmak için indirilen vergilerin yeniden bindirilmesi, elektrik-su-akaryakıt fiyatlarına her zamanki gibi -kulak memesi kıvamında- usul usul giydirilen vergi ve ayarlamalar yoktur.
Dahası, her nedense yüzde 18’lik KDV oranı konusunda, yüzde 8’lik gıdada adeta bir fırtına öncesi sessizliği var.
Oysa bu durumlarda “başkalarının” en etkili uygulaması bunlara bir iki puan eklemektir.
Şimdi araba vergilerinden, ücret gelirlerinden, kurumlar vergisinden işe başlanması, turbun büyüğünün henüz torbada olduğunu düşündürmektedir.
Şeytan kulağına kurşun mu desek, fıkradaki gibi patlıcancıyı düşünüp şimdilik bu kadarına şükür mü etsek bilemiyorum.
Çünkü biraz derinlemesine bakarsak endişelenecek taraf bu günlerde açıklanan vergiler değil, açığa yol açan masraflı politikalardan kolay kolay vazgeçilemeyeceği gerçeği ile bu vergi hamlesinin nedense pek de beklenmedik noktalardan başlatılmış olmasıdır.
Örneğin daha iki ay öncesinde “aynı makamlarca Kurumlar Vergisi düşürülecek” denmesine rağmen tersinin yapılması ile orta alt-orta düzeydeki gelir sahipleri için yükün ağırlaştırılması, akaryakıt fiyatlarından dolayı zaten her zaman el altında olan arabalılardan başlanması bu işkillenmelerimizi haklı kılmaz mı?