Av. Abdurrahman Bayramoğlu
15 Temmuz 2016 sonrası süreçte binlerce kamu görevlisi, yayımlanan muhtelif KHK’ların ekinde yer alan listede adları yer almakla, “başkaca bir işleme gerek kalmaksızın” kamu görevinden ihraç edildi.
Başlangıçta, bu işleme karşı ne tür bir kanun yolu izleneceği hususunda tereddütler oluşmuş ve bir kısım kamu görevlisi idari dava yoluna başvururken, bazıları da etkili bir iç hukuk yolu olmadığı düşüncesiyle AİHM’ne doğrudan başvurma yolunu seçmişti.
Nihayet 685 sayılı KHK ile kısaca OHAL Komisyonu diye adlandırılan, olağanüstü hal işlemlerine ilişkin itirazlar bakımından yetkili bir komisyon oluşturularak, bir bakıma olağanüstü sürece olağan dışı bir eklenti yapıldı.
Yapılan düzenlemeye göre, KHK ile kamu görevinden uzaklaştırılanlar bu komisyona başvurarak kendilerince haksız olduğunu düşündükleri işlemin ortadan kaldırılmasını istetebilirler. Komisyon tarafından taleplerinin reddedilmesi halinde ise Ankara’da kurulan özel görevli idare mahkemelerinde 60 gün içinde dava açarak komisyon kararının ortadan kaldırılmasını talep etme hakkı, dolayısıyla da konuyu olağan yargı süreçlerine taşıma hakkı elde edilmektedir.
Gelinen aşamada idare mahkemeleri hızla karar vermeye başlamış durumdadır. Kararlar aşağı yukarı standart gerekçelere dayanmakta ve yüzde yüze yakın oranda davanın reddine karar verilmektedir.
Gerekçeler; sadakat, FETÖ/PDY örgütünün ne kadar tehlikeli olduğuna dair olgular ve nihayet davacıların bu örgütle iltisak ve irtibatlarının olduğunu gösteren, kurum görüşü, soruşturma ve kovuşturma verileri olarak ortaya çıkmaktadır. Oysa bu gerekçelerin tamamı için eksik olan bir husus hep göz ardı edilmektedir. O da davacının (ceza davası bakımından şüpheli veya sanığın) hangi somut eylemlerinden bu sonuca varıldığı sorununa tam bir yanıt verilememesidir.
Bir diğer sorun ise, gerekçelerin işlemin ifasından sonra ortaya çıkan (veya çıkarılan) olgulara dayandırılmış olmasıdır. İşlem anında var olmayan olgulara adeta kehanet yoluyla muttali olunmakta ve her ne hikmetse bu kehanetler aynen gerçekleşmektedir.
Buraya kadar anlatılanlardan ortaya çıkan sonuç, olağanüstü döneme ilişkin yargılama süreçlerinin olağan dışı olduğudur.
Ancak geçen hafta içinde Ankara 20. İdare Mahkemesi tarafından verilen bir bekletici mesele kararı, yukarıda anlatmış olduğumuz karamsar tabloda küçük de olsa bir ışık halesi oldu. Çünkü ilk kez bir mahkeme ceza yargılamasının sonucunu beklemek gerektiğine karar vererek, en azından kurum görüşü gerekçesine dayanmayacağını göstermiştir.
Ceza yargılama süreçlerinin içinde taşıdığı olağan dışılıklar ve sorunlar bir yana, idare mahkemesinin soyut (bir mahkeme tarafından hükme bağlanmamış) isnatlara göre karar vermemek konusundaki iradesi, ağır kışların sonunun yaklaşmakta olduğunun küçük bir işareti ve bizce bu sürecin kardeleni olarak özel bir anlam taşımaktadır.