İçinde bulunduğumuz ekonomik şartları bir kere daha tarife gerek yok;
“Sıkıntı had safhada”
Dünya’daki gelişmelerin de bindirmesiyle Türkiye ekonomisi “hayli kırılgan” yani belirsizlik çok.
Yatırımcısından emekçisine, gencinden emeklisine kadar hemen herkes ortada ciddi bir belirsizlik, bir kararsızlık hali olduğunu görüyor.
Tabii bunun sonucunda yaygınlaşan “ümitsizlik” ve “karamsarlık”
Ortak soru da şu:
“Nasıl çıkacağız biz bu işin içinden?”
“Yarınımız nasıl olacak?”
*
Döviz patladı, inşaat sektörü çöktü, piyasada “buraya kadar” diyen diyene.
Peki, iktidar “gereken tedbirleri” almadı mı?
Aldı tabii,
“Kızılcık şurubu içiyoruz” dedi olmadı,
Faizi yükseltti, dövizi sıktı olmadı,
Orta Vadeli Plan açıkladı olmadı,
Yabancı ev alsın, yurttaşlık verelim, inşaatı kurtaralım dedi olmadı,
Çözümü yabancı danışmanlardan soralım dedi olmadı.
Yani çok şey denenmesine rağmen değişen fazla bir şey yok.
Peki yapılacak başka bir şey yok mu?
Var elbette, zaten hayat da bu tür işlerle mücadele etmek değil mi?

Daha çok şey yapmaya ihtiyaç var ve olduğu kadar da yapılmalı.
Ama asla şunları kastetmiyoruz:
-Dövizin daha fazla sıkılması, sınırlamalar getirilip ucuzlatacağız diye baskı yapılması,
-İşlerin hala yolunda olduğun ilişkin ve inandırıcılıktan çok oyalayıcılık kokan beyanlar,
-Bu işleri falanca çözer beklentileri
Falan filan…

O zaman neyi kastettiğimizi söyleyelim:
Türkiye’nin adeta bir kurucu meclis tarzıyla, ülkede her kesimin temsil edildiği bir milli iktisat kongresi toplaması; sonucunun ekonomi konusunda bir “milli mutabakat” belgesi kabul edip yayınlanmasına ihtiyacı var.
Çünkü Türkiye’nin ekonomideki her kesimce kabul edilmiş, “bu bizim ortak kararımızdır” diyebileceği, siyasetten arındırılmış ve ileriye dönük bu tür bir karar ve plana kavuşması çok şeyi halledebilir.

Nedeni basit:
-Ekonomideki hemen her kesim tereddütlü, endişeler ve fikirler havada uçuşuyor,
-Bu güne kadar alınan tedbirler artık doyum noktasına geldi, bunlarda daha fazla israr ekonominin tabiatına uymuyor, doğallığını, dengelerini ve kurumlaşmasını bozuyor, dozun arttırılması ters etki gösteriyor.
-Belirsizlik ve sürekli arayış “dur bakalım yarın ne olacağı belli değil” endişesi yaratıyor,
-Bütün sorumluluk kendi üzerinde olduğu için iktidar da sürekli ve telaşlı biçimde arayış içerisinde, değişik denemeler yapma ihtiyacında ve büyük sıkıntıda.

Oysa ekonomi kendi gerçekleri ve kendi kanunlarına göre işleyen bir sistem.
Kuralları belli.
-Liberalseniz bırakacaksınız piyasa neyi gerektiriyorsa o olacak,
-Devletçiyseniz her şeyini siz düzenleyecek, işin sahibi siz olacaksınız.
Öyle hem liberal olsun hem biz karar verelim dendiğinde, ne dedikleriniz piyasanın aklına tam yatıyor ne de piyasanın istekleri her zaman iktidar katında kabul görebiliyor…

O zaman bunu çözmenin yolu galiba hem iktidarın “bakın ben tek taraftan bakıp ekonominin işleyişine müdahale etmiyorum” deyip kendini bu sıkıntıdan kurtarması, hem de ekonomideki bütün unsurları bir araya getirip “toplanın, olması gerekenleri aranızda tartışın, mutabakatınızı bildirin ben uygulayayım” demesi.
Bunun yöntemi de Türkiye’nin kuruluşundan bu yana, her başı sıkıştığında, ve her önemli yol ayrımında yaptığı gibi bir “iktisat kongresi” toplamak.
Yani 1923’den bu yana 5 kere topladığımız milli iktisat kongrelerinden şimdi altıncısını yapmak.

Kimlerle?
Tabii ki “bu işler nasıl düzelecek ?” diye soran bütün kesimlerle.
-İş dünyasının büyük örgütleri, patronlar kulübü.
-Emekçi kesimin temsilcisi sendikalar,
-İlmiye sınıfını temsilen başta Ankara ve İstanbul Üniversiteleri
-Barolar birliği
-Tarımı ve hayvancılığı temsilen ziraat odaları,
-Sanayi ve ticaret odaları
-Hükümeti temsilen Devlet Planlama Teşkilatı, Maliye ve Hazine temsilcileri…

Bu saydıklarımız özellikle ön planda olmak üzere tabii ki ülkede ekonomi ile ilgili endişesi ve fikri olan, sayıları yüzleri, katılımcısı 3-4 bini bulan büyük bir kongre.
İktidar bu kongrede asla işin patronu görünmemelidir. Olayı ekonomideki bütün bu unsurların kendi aralarındaki tartışması ve çıkacak bildirinin “ekonomideki milli mutabakatı” olarak kabul göreceğini, kendilerinin de sadece bunun uygulayıcısı olacağını bildirmelidir.

Böyle bir kongre elbette ki her zamankinden daha gerçekçi bir tartışma alanı olacak, kararlar ne olursa olsun, belirlenen istikamet ekonomideki bütün unsurların ortak kararı olarak kabul edileceği için alınacak yeni tedbirlere kimsenin itirazı olmayacak, çoğu endişeler giderilmiş olacaktır.
Yerli yatırımcı ekonomide bir kararlılık görecek, günübirlik kararlar alınacağı korkusunu atacaktır.
Yabancı yatırımcı, politik söylemlerden uzak daha inandırıcı, daha gerçekçi bir durum görecektir.
Emek kesimi, kongrede kendi istekleri ile işverenin imkanlarını karşılaştıracak, çıkan karar bu konuda istihdama referans olacaktır.

Yani sonuç olarak:
Bu ülkenin ekonomik durumu ve yapılması gerekenler, bilim insanları, ekonominin gerçek tarafları ve her kesimden belirleyici unsurları tarafından tartışılıp varılacak mutabakatla gereksiz spekülasyonlar, münferit çıkışlar önlenecek, sonuca herkes saygı göstermek durumunda kalacaktır.

Ekonomide bu şekilde sağlanacak bir “milli mutabakat” bu ülkenin huzurudur, yıpratıcı tartışmaların son bulmasıdır, dışarıya karşı ülkenin kendi işini kendisinin görebileceğini göstermenin belgesidir, ekonominin kendi dengelerine kavuşacağının göstergesidir.
Bir “ekonomide milli kararlılık” işaretidir.

Türkiye ekonomideki bu kararlılığı 1923 yılı şubatında, daha Lozan anlaşması imzalanmadan yani daha ülkenin tapusu tam tescil edilmeden bile göstermemiş midir?

Türkiye bu kararlılığını şimdi dışarıda yapılan Türkiye tartışmalarına karşı da bir daha, 1923'deki ve her zamanki gibi yine İzmir’de bir kere daha toplanarak, “Altıncı İktisat Kongresi“ni yaparak göstermelidir.
.